3 Kasım 2008 Pazartesi

Bölüm 6

Sakin bir gece… Her zamanki sakinliğiyle esen rüzgarda sallanan kamp tabelalarının gıcırtıları ve meydanda yanan ateşin çatırtıları artık kimseyi rahatsız etmiyordu. Herkes bir sonraki güne hazırlanmak için derin uykudaydı.

Xeros: “Anne!” diye bağıran sesiyle uyandı. Ter içinde kalmıştı. Yattığı yerden doğruldu ve yıldızlı gökyüzüne baktı. Gördüğü kabus onu geçmişe götürmüştü…

----------------------------

“Anne!” Xeros alevlerin arasından yolunu bulmaya çalışıyordu. Gecenin karanlığını, gündüz gibi aydınlatan alevler tüm binaları sarmıştı. Daha bu sabah yürüdüğü sokakları tanıyamıyordu. Her tarafta vahşetin izleri vardı.

“Anne, neredesin?” diye bağırdı.

Yıkıntıların arasında yolunu bulmaya çalışıyordu. Geceyi aydınlatan ve sessizliğini bozan tek şey alevler değildi. Uzaktan gelen lazer topunun sesleri de içini dehşetle dolduruyordu. Geceyi flaş gibi aydınlatan her patlamanın ardından feryatlar duyuluyordu; ama kafasının bu düşüncelerle ayıracak vakti yoktu.Halkına yapılan şey içini ne kadar nefretle doldursa da ailesini bulmak daha önemliydi.

Sonra sol taraftan zayıf bir inilti duydu: “Xeros! Xeros, orda mısın?”

Bir umut arayan gözleri hemen sesin geldiği tarafa döndü. “Buradayım anne, dayan.” dedi. Sendeleyerek yıkıntıya doğru gitti.

Aniden gelen bir patlama neredeyse onu kör ediyordu, hemen ardından yer sanki deprem oluyormuşçasına sallandı. Dengesini kaybederek taşların üzerine düştü Xeros. Arkasına döndüğünde gördüğü şeyi hiç unutmayacaktı: Tüm gökyüzünü kaplayan alevden bir duvar.

Tekrar kendine geldiğinde zorlanarak ayağı kalktı ve annesinin sesinin geldiği çöküğe ulaştı.

“Anne buradayım, sakın korkma. Lil yanında mı?” diye sordu telaşla.

“Evet oğlum ama burada sıkıştık, yıkıntıyı kaldıramıyorum.” diye cevapladı annesi.

“Dayanın anne. Lil, beni duyuyor musun?” diye sordu kardeşini yatıştırmak için.

“Yardım et ağabey, çok korkuyorum.” diye karşılık verdi zayıf bir ses.

Xeros standart yılla 20 yaşındaydı. Babası onu küçük yaştan beri olmasından korktuğu bir savaş için eğitmişti.

“Bir gün gelecek özgürlüğümüz için savaşmamız gerekecek Xeros ve o gün geldiğinde sen oğlum, hazır olacaksın.” derdi hep.

Xeros, eğitimini hatırladı. Acele etmeyecekti, gücün sırrı amacına odaklanmasından geçiyordu. Omzunu dikkatlice kayaya yasladı ve tüm gücüyle itti. Kaya tam kıpırdanmaya başlamıştı ki yer tekrar şiddetle sarsıldı. Xeros’un yasladığı kayadan kaydı ve olağanca ağırlıyla yere düştü. Düştüğünde sağ omzunda büyük bir acı hissetti.

Endişelenmeye başlıyordu. Kendisi için değil, ailesi için. Acaba babam hala hayatta mı? diye düşündü. Babası uzun zaman önce şehrin güvenliği için askeri bir kuvvetin başına getirilmişti ve saldırıya uğrayınca şehri savunmak için direnişe geçmişlerdi.

“Xeros orada mısın(!)?”

Annesinin sesiyle tekrar yaşadığı ana döndü. “Buradayım anne, biraz daha dayanın.” dedi. Sarsıntıyla kaya yerinden oynamıştı ama yine de çıplak elleriyle hareket ettirecek güçte değildi. Sonra babasının öğrendiği başka bir ders geldi aklına: “ Aklın gücü, her zaman kaba kuvvetten üstündür.” demişti.

İşe yarar bir şey bulmak için etrafına bakındı ve gözleri sevinçle parladı. Yıkıntıların arasında duraçelik bir borunun ucunu görmüştü. Aceleyle boruyu molozların arasından çekip çıkarttı. Kayanın diğer tarafına dolandı ve boruyu çöküntünün kenarındaki boşluğa soktu.

Alevler yaklaşmaya başlamıştı. Elini çabuk tutmalıydı. Tekrar kendini amacına odakladı ve tüm gücüyle yüklendi boruya. Kaya tozlar dökülerek sallandı. Sonra gürültüyle yana devrildi.

Tozların arasından annesi ve kız kardeşinin doğrulmaya çalıştıklarını gördü. Hemen onlara doğru koştu ve ikisine birden sarıldı. Bir an için etraflarında devam eden savaşı unutmuşlardı.

“Xeros, yaralanmışsın. Kolun kanıyor.” dedi endişeyle annesi Xeros’un kolunu tutarak.

Onları çıkartmaya çalışırken düştüğünde olmuş olmalıydı. Yere düştüğünde büyük bir acı hissetmişti.

“Önemli değil,” dedi. “Bir an önce Güney’deki sığınaklara ulaşmalıyız. Orada güvende oluruz.” Lil’e dönerek: “ Lil, sakın annemin yanından ayrılma.” dedi. Lil başını yukarı aşağı salladı.

Silah sesleri artıyordu. Direniş gücü daha fazla dayanamıyor, diye düşündü. Ağır bombardıman bir süre önce kesilmişti ama her an yeniden başlayabilirdi.

Mümkün olduğunca hızlı yürüdüler. Birkaç saat önce çok uzaktan gelen lazer silahlarının sesleri şaşırtıcı bir hızla yakınlaşmaktaydı. Bu kadar hızlı olmaları imkânsız diye düşündü. Tabii eğer… Aklına gelen şey yüzünden kalbini buz gibi bir el sıkmıştı sanki. Tabii eğer yanlış yöne gitmiyorsak!

Sığınağa götürmeye çalıştığı annesiyle kız kardeşini bunca zamandır çatışmanın ortasına doğru ilerletmişti! İçinden kendine bir küfür savurdu. Babasının öğrettiği onca şey boşuna mıydı?

“Xeros, iyi misin?”

“Evet anne, bu taraftan.”

Yirmi dakika kadar daha yürümüşlerdi ki, kardeşinin “Anne korkuyorum, çok yoruldum,” dediğini duydu.

“Biraz mola verelim,” dedi. Gülümsemeye çalıştı. Anne-kız yarısı yıkılmış bir duvarın dibine çöküverdiler. “Lil, yanıma gel.” Kız çekinerek annesinin yanından ayrılıp ağabeyine doğru yürüdü. Xeros boynundaki kolyeyi çıkarıp kardeşine taktı. “Sakın çıkarma. Bu sana şans getirecek.”

Lil kolyeyi göstermek için annesine doğru dönmüştü ki, Xeros dev lazer topunun çıkardığı ıslıklı gümbürtüyü duyup kardeşini kolundan çekerek yere yatırdı ve üstüne kapandı. Top mermisi çok yakınlarına düşmüştü. Önce yine kızıl bir aydınlık kapladı çevrelerini, sonra da sağır edici bir ses duyuldu. Üzerlerine yağan taş ve toprakların aramsından “Anne, saklan! Yere yat!” diye bağırdı ama sesi ikinci patlamanın gümbürtüsünde kaybolmuştu.

Yerin altlarında titrediğini, toprağın inler gibi uğuldadığını hissettiler. Üstlerine yağmur gibi yağan molozlar yatışıp çevredeki duman perdesi kalkınca korkuyla annesinin altında oturduğu yarı yıkık duvara baktı. Duvar da, annesi de yok olmuştu!

O güne kadar hiç hissetmediği bir keder kapladı Xeros’un içini. Boğazı düğümlendi. Göz yaşlarını engellemek için birkaç kez yutkunup Lil’e sarıldı ve sıkıca göğsüne bastırdı kardeşini. Çocuk şoktaydı; yaşadıkları felaketin bilincinde olmadığı açıkça görülüyordu.

Az ilerde yeni bir patlama daha olunca Xeros kardeşini kucaklayıp yarısı nasılsa sağlam kalmış bir binanın içine doğru koştu. Yer sarsıldıkça harabeye dönmüş binanın duvarları titriyor, tavandan tozlar düşüyordu. Kardeşini mümkün olan en korunaklı yere oturtup biraz soluklanmaya çalıştı.

Olgun başakların rengindeki sarı saçları toz içindeydi; yüzü çizikler ve kurumuş kanla kaplıydı. Yarasını hatırladı. Bakmak için kolunu hafifçe döndürünce yüzü acıyla buruştu. Kanama durmuştu ama tedavi edilmesi gerekiyordu.

Lil’in yanına çöktü ve sıkıca sarılarak, “Bunu atlatacağız.” diye fısıldadı kulağına. Bir-iki dakika sonra, omzuna yaslanan başın ağırlaştığını hissetti. Kardeşi uyumuştu. Gözleri ağırlaşan Xeros da kendini uykunun merhametli kollarına bıraktı...

Hiç yorum yok: