3 Kasım 2008 Pazartesi

BÖLÜM 9

“Geri çekilin!”

Qrug’un sert ve kararlı sesi silah ve patlama sesleri arasından duyuldu. “Çekiliyoruz! Tünellere!” Emri comlinkle vadinin karşı tarafındaki askerlere de iletti.

Nogri’ler yerlerini saptamış ve ağır silahlarla yamaçları dövmeye başlamıştı. Güneş tepedeydi şimdi ve açık hedef haline gelmişlerdi.

Direnişçiler hafif silahlarını ve diğer gereçlerini alarak tünellere yöneldiler. Lazer toplarının sesleriyle yankılanan, dağı döven silahların yarattığı sarsıntıyla tavanlarından taşlar düşen tüneller karanlıktı. Yollarını güçlükle bularak ilerlerken acele etmeleri gerektiğini biliyorlardı. Tünel her an çökebilirdi.

Sonunda çıkışa vardıklarında hepsi bitkin durumdaydı. Lazer toplarının sesi artık duyulmuyordu. Qrug geldikleri yöne doğru baktı ve koyu bir duman bulutunun yükseldiğini gördü. Koluyla terini silip matarasından bir yudum su içmişti ki comlinki çaldı.

“Komutanım, ben Güney Sığınağı’nın komutanı Lee. Burada oğlunuz ve kızınız olduklarını söyleyen iki çocuk var. Ne yapmamı istersiniz?”

“Onları güvenli bir yerde tutun komutan, oraya varmak üzereyiz.” Çocuklarının güvende olduğunu duymak Qrug’un içini rahatlatmıştı.

---------------------------------

Xeros Lil’le birlikte küçük bir odada bekliyordu Son gemiler de gezegeni terk etmeye hazırlanıyorlardı. Kapı açılınca delikanlı o yöne doğru döndü. Onları sığınağın girişinde karşılayan askeri ve onun ardından içeri giren babasını gördü. Qrug bitkin ve oldukça da gergin görünüyordu. Çocuklarına koşup onları kucakladı, sevgiyle saçlarını okşadı.

“Babacığım!” Lil’in sesi ağlayacakmış gibiydi.

“Xeros, iyi misiniz?”

“Evet baba, iyiyiz.”

Qrug oğlunun konuşmadan önceki duraksamasını ve sesindeki burukluğu fark etmişti.

“Anneniz nerede? O da iyi mi?”

Xeros’un cevap vermediğini görünce kalbini bir el sıkıyormuş gibi oldu. “Buradan gitmek istiyorum babacığım.” diye sızıldayan kızına aldırış etmeden bağırırcasına yineledi sorusunu. “Annen nerede?!”

“Baba…annem…onu kaybettik.” Xeros’un sesi titriyordu.

Odaya girdiğinden beri duymaktan korktuğu o haberi almak Qrug’u mahvetmişti. Bacakları onu daha fazla taşıyamadı ve olduğu yere çöküverdi. Yanına koşup ona sarılan çocuklarını sımsıkı kucaklayarak “Her şey düzelecek, her şey düzelecek,” diye söylendi. Onlardan çok kendini ikna etmeye çalışıyor gibiydi.

“Komutan, gitmek zorundayız. Son gemi bizi bekliyor.” Qrug’la birlikte odaya girmiş olan asker sabırsızca kımıldadı.

“Gidiyoruz Lil.” Qrug kızının elinden tuttu ve oğluyla birlikte kapıya yöneldi. Kalabalık koridorlardan geçerek geminin bulunduğu alana doğru ilerlediler. Bir süre sonra, onlar da, geride kalmamak için koşturan kalabalığa ayak uydurmak zorunda kaldılar. Bir köşeyi dönmüşlerdi ki büyük bir gümbürtü duyuldu, yer sarsıldı, tavandan tozlar döküldü ve sığınağın ışıkları kısa bir süre için söndü.

Xeros “Bu da neydi baba?” diye bağırdı. Babası yanıt vermek üzereyken kalabalığı yararak onlara doğru gelen askeri görünce sustu. Qrug da hiçbir şey söylemeden, yüzü başından sızan kanla lekelenmiş askere bakıyordu.

“Komutanım, Noghri ordusu kente girdi. Yerimizi saptamışlar!”

“Ne?! O pusudan sonra buraya bu kadar çabuk ulaşmaları imkânsız!”

“Efendim, bizim pusuya düşürdüğümüz ana kuvvetleri değilmiş. Dağlardan geçen gizli yolu bulmuşlar. Sığınağı savunan bölük çarpışmaya devam ediyor.”
Qrug hiç duraksamadan sığınak komutanına döndü ve Lil’i ona uzatarak “Çocuklarımı gemiye götürün,” dedi. Sonra yaralı askere, “Bana yolu göster,” diye emir verdi. “Son gemi de kalkana kadar onları oyalamamız lazım.”

“Ben hiçbir yere gitmiyorum!” Xeros şiddetle karşı çıkmıştı babasına. “Seni bırakmayacağım. Ben de savaşabilirim!”

“Hayır Xeros, kardeşinle kalmalısın, Ona bakacak senden başka kimse yok.”

Delikanlı, Sığınak Komutanı’nın yanında ağlamaya başlayan kardeşine bir göz attı ve “Seninle geliyorum!” diye tekrarladı.

“Xeros anlamıyor musun, bitti, biz kaybettik. Sizin için kaçmak dışında başka bir yol yok.
Şimdi buradan gitmezseniz sizi de anneniz gibi kaybederim. Belki geri dönemem ama en azından ikinizin iyi olduğunuzu bileceğim.”

Lil hâlâ ağlıyordu “Baba bizimle kal!” Xeros hiçbir şey söylemeden önce kardeşine, sonra babasına baktı. Söylenecek bir şey kalmadığını anlamıştı. Tek kelime etmeden babasına sıkıca sarıldı.

“Gidin şimdi. Hadi!”

İki kardeş Komutanla birlikte yürümeye başladılar. Telaşla yanlarından geçen insanların arasından onu görebilmek için sık sık başlarını çevirip geriye bakıyorlardı. Koridorun sonundaki köşeyi dönerken, kendilerini izlemekte olan babalarına son bir kez daha baktılar. Bu onu son görüşleriydi.

Geniş bir avluya açılan koridorun sonuna geldiklerinde patlama sesleri de artmıştı. Koşarak, kalkmak üzere olan gemiye bindiler. Gemi havalandığında şehrin harap olmuş silüetini gördüler. Artık kimseleri yoktu, birbirlerinden başka.

---------------------------------------------------


Güneş, kampı çevreleyen tepelerin arasından sıcak yüzünü göstermeye başlamıştı. Tüm gece boyunca uyanıktı. 20 yıl önce burada olanlar hâlâ aklındaydı. Ama Noghri’lerden intikamını almıştı. Hepsini katlederek. Aynen onların kendi ailesine yaptığı gibi, en ufak bir merhamet göstermeden.

Şimdi sıra Cumhuriyete hizmet etmek yerine paraya ve güce hizmet eden kukla politikacılardaydı. Bu kıyıma göz yumdukları için her geçen yıl nefreti daha da artmıştı. Ama artık zamanı gelmişti. Planının son aşamasını harekete geçirmeye, halkının, anne ve babasının intikamını almaya çok az bir zaman kalmıştı.

Giysilerini giydi ve yeni güne hazırlanmaya başladı. Arkasındaki kapı kayarak açıldı.

“Komutanım, diğer sistem komutanları da geldiler. Toplantı odasında sizi bekliyorlar.”
Xeros arkası dönük, hafif bir tebessümle: “Tamam gidebilirsin.” dedi

Hiç yorum yok: