24 Eylül 2008 Çarşamba

Bölüm 5

Gemiden indiklerinde Karen, Tatooine’in dev güneşleri Tatoo I ve Tatoo II’den gelen ışıkla kamaşan gözlerine, eliyle siper yaptı. Kütüphanede okuduğu gibi hava, çok sıcak ve nemliydi. Gemiden indiği anda yüzünde ter damlaları oluşmaya başlamıştı.

Güç’e odaklanarak, herhangi bir tedirginlik olup olmadığını kontrol etti. Bir sorun yok gibi gözüküyordu.Tedbiri elden bırakmamak gerekir diye düşündü. Mos Eisley, Tatooine’deki diğer şehirlerde olduğu gibi kaçakçılar, suçlular ve bulunmak istemeyenlerle doluydu. Dolayısıyla, her an bir sorun çıkabilirdi.

Klo, eliyle gelmesini işaret etti. “Hadi. Uzun bir yolumuz var. Aradığımız satıcı Anchorhead’de. Eğer hava, biz yoldayken kararırsa başımız derde girebilir. Çöl çok tehlikeli bir yerdir.” diye uyardı.

“Tusken Akıncıları değil mi usta?” diye soru Karen gözlerini kısarak. “Evet.” dedi arkasını dönüp yürümeye başlarken, “Kütüphanede geçirdiğin zamanın boşa gitmediğini görmek güzel, ama unutma hiçbir şey sana kendi deneyimlerinden daha iyi öğretemez.”

Şehirden ayrılmadan önce, bir hurdacıdan, eski bir speeder kiralamışlardı. Silah kaçakçılarının olası gözetlemelerine tedbir olarak karadan yolculuk yapıyorlardı. Yoksa Coruscant’tan, Anchorhead’e inmek hiç de zor değildi.


------------------------------


Tatooine’in dev güneşleri batarken hızla ilerliyorlardı. Speeder, havadaki neme dayanamayıp bozulmuştu ve tamir, değerli zamanlarını harcamıştı. Dikkat çekmemek ve satıcının fiyatları yüksek tutması nedeniyle bu eski modeli almışlardı. Zaten, Anchorhead’e gittikten sonra bir daha ihtiyaçları kalmayacaktı.

Karen, ustasının yüzündeki tedirginliği fark etmişti. O an o da bir şeylerin yanlış olduğunu fark etti.

“Teneke yığını, bize saatler kaybettirdi.” diye söylendi Klo. Gidebildikleri son hızda gidiyorlardı. Rüzgar ikisinin de saçlarını havalandırmıştı. Güneş battıkça, ölümcül sıcakyerini soğuğa bırakmaya başlamıştı.

Anchorhead ile aralarında bu son geçit vardı. Sonrası düz yoldu. Bu, diğer geçtiklerinin aksine çok daha uzundu ve onları açık bir hedef haline getiriyordu. Üstelik ileri gitmekten başka kaçışları da olmazdı, bu yüzden hızla geçmeleri gerekiyordu.

Güç’teki dalgalanma geçide girdiklerinde iyice artmıştı. Tusken Akıncıları diye düşündü. “Usta-” Karen, Klo’ya bir şey söyleyecekken Klo aniden sözünü keserek “Karen, kontrolü devral.” dedi. Sesi çok ciddi ve kararlıydı. Karen kayarak konsolun önüne geçti.

“Geçitte, güneşlerin kısıtlı ışığı da onları terk etmişti. Etraf çok sessizdi, sadece motorların uğultusu geliyordu. Önlerini, speeder’ın kısıtlı ışıklarıyla zar zor görüyordu. Geçide yuvarlanmış irili ufaklı kayalardan ani hareketlerle kaçıyordu. Bu hızda, çarpmalarını engelleyen ışıktan daha çok Karen’ın içgüdüleriydi. Karen Tusken’lerin orada olduğunu biliyordu, ustasının bildiğini de biliyordu. Sadece ne zaman gelecekleri söz konusuydu.

Aniden ateşlenen bir tüfek sessizliği yırttı. Karen, başını refleks olarak eğdi. Ses geçitte çok fazla yankı yaptığı için nerden geldiğini anlamamıştı ama bir dürtüyle aracı hemen kontrol kolunu sağa kırdı. Araç, yalpalayarak komuta uydu ve sağa yöneldi. O anda sollarına kırmızı bir lazer çaptı ve toprağı havalandırdı.

Klo, ani dönüş nedeniyle bozulan dengesini sağladıktan sonra, dikkatle aracın içinde ayağa kalkarak, kılıcını kemerinden aldı ve aktive etti. Kılıcın yeşil ışını önünde yükseldi. Hemen ardından yankıyla birlikte bir, sonra iki tane tüfek daha ateşlendi. Gelen bu lazerleri ustaca yansıttı. Ardından tüfek sesleriyle birlikte yankılarda çoğaldı. Ardı ardına ateşleniyordu silahlar. Tusken’ler bütün geçide dağılmışlardı.

Klo, hızla giden speeder’ın üstünde, gelen lazerleri yansıtmaya çalışıyordu. Rüzgarın etkisi ve Karen’ın kayalardan kurtulmak için yaptığı manevralar dengede kalmasını çok zorlaştırıyordu.

Karen, geçidin sonuna doğru bir turunculuk gördü. “Usta, geçidin sonunu görebiliyorum!” dedi rüzgarda sesinin duyulması için bağırarak.

Klo, lazerleri yansıtmaya çalışırken, arkası dönük bir şekilde “Son hızda gitmeye devam et, geçitten çıkınca onlardan kurtulmuş olacağız.” diye bağırdı.

Klo, sağından gelen bir lazeri yansıtmak üzere kılıcını çeviriyordu ki, Karen aniden önlerine yuvarlanan dev bir kayadan kaçmak için aracı sola kırdı. Klo ani manevra karşısında hazırlıksız yakalanınca dengesini kaybetti ve arkaya doğru düştü. Yansıtmak üzere olduğu lazer büyük bir hızla sağ motora isabet etti. Önce küçük bir patlama oldu sonra kıvılcımlar çıkmaya başladı motordan.

“Usta, sağ motor hızla güç kaybediyor! Daha fazla yüklenirsem, onu kaybedeceğiz.”

Klo, hemen doğrularak kılıcını tekrar defansif pozisyonuna getirdi. “Sağ motoru kapat ve Tüm gücü sol motora ver!”

“Ama usta, tek motor bütün yükü kaldıramaz!” dedi Karen.

Bu arada lazerler tekrar gelmeye başlamıştı. “Geçitten çıkana kadar dayanır. Şimdi dediğimi yap yoksa Tusken’lar büyük bir havai fişek gösterisi izleyecek!”

Karen hemen ön konsoldaki tuşlara basmaya başladı. İşini bitirince “Tamam usta, sanırım çıkana kadar dayanabilir.” dedi.

Bu şekilde bir süre daha devam ettiler. Sonunda geçitten çıkabildiler. Hava geçitten daha aydınlıktı. Arkalarından Tusken’ların o garip bağırışları geliyordu.

Karen hızı düşürdü. Klo, hala arkalarına bakıyordu. Sonunda kılıcını kapattı ve kemerine taktı. Karen’ın yanına oturdu. Soluk soluğaydı .“Sanırım yaşlanıyorum.” dedi ve gülmeye başladı.

Bir süre sonra “Motorlar ne durumda?” diye sordu Klo.

“Az önce sağ motoru da çalıştırdım, düşük güçte ama çalışıyor. Sol motor iyi dayandı. Bu hızda gidersek sorun yaşamayız.” dedi.

“Pekala, o zaman böyle devam et” dedi. “Ben biraz kestireceğim. Anchorhead’e gelince haber verirsin.” Oturduğu yerde kayarak gözlerini kapadı.

Karen da yorulmuştu ama kuşkusuz ustası kadar değil. Reflekslerim bu kadar iyi olmasaydı o kayaya çakılırdık diye düşündü. Sonra bunun aslında kendi başarısı değil ustasının ki olduğunu fark etti. Onu o eğitmişti ve yeteneklerinin bu noktaya gelmesinde hep o yol göstermişti. Klo, bildiklerimi öğretmeseydi kayaya çakılırdık diye tekrar düşündü.

Güneşler tamamen battığında, önlerindeki Anchorhead’in ışıkları belirginleşmişti. Speeder hızını koruyarak şehre doğru yoluna devam etti.
Bölüm 4

Karen, Tatooine’e yapacakları yolculuk için hazırlanıyordu. Odası, Tapınak’taki diğerlerininki gibi küçük ve sadeydi. Mavi ve grinin karışımı, odayı ferah ve huzur verici yapıyordu. Burada sık sık meditasyon yapardı. “Güç’ü anlamanın en iyi yollarından biri Güç’le iç içe olmaktır.” demişti ustası. Meditasyon da buna olanak tanıyordu. Eğitimin başından bu yana Güç’ü kontrol edebilme becerisinin çoğunu meditasyon yapmaya borçluydu.

Tatooine’e daha önce hiç gitmemişti. Aslında Coruscant’tan sadece birkaç kere ayrılmıştı. Tatooine’e gideceklerini öğrendiğinde yaptığı ilk iş kütüphaneye gitmek olmuştu. Jedi Arşivleri çok genişti ve bilinmeyen çok az şey vardı. Kütüphanede geçirdiği birkaç saatten sonra gezegenin coğrafi özelliklerini, yönetimini, yerli halklarını ve yerleşim bölgelerini iyice öğrenmişti. Bir adım önde olmak her zaman iyidir diye düşünüyordu.

Yanında götüreceği özel bir eşyası yoktu. Çoğunlukla, kullandığı her şey kemerinde olurdu. A-99 solunum aygıtı, comlink, birkaç yemek kapsülü, işaret ışığı, el holo-projektörü ve en önemlisi kılıcı bu kemerdeydi.

Hazırlıklarını tamamlayınca doğruldu ve küçük camdan dışarıya baktı. Çok geçmeden kapının kayma sesi duyuldu.

“Hazır mısın Karen?” dedi Klo odanın ortasına doğru yürüken.

Karen yavaşça dönerek “Evet usta.” diye cevap verdi.

İkili odadan çıkarak hangara doğru yöneldiler. Hangarda çeşitli sınıflardan gemiler vardı ama genel amaçları gezegen içi ulaşımı sağlamaktı. Cloak Shape tipi bir gemiye binerek havalandılar.

Klo: “Mülteci olarak seyahat edeceğiz. Aradığımız kişiler şu an planlarını gerçekleştirmekte oldukları için, güvenliklerini iki katına çıkarmış olmalılar. Bu da bütün istasyonların gözetlendiği anlamına gelir.” dedi ve ekledi “Son zamanlarda Jedi’lar arasında mülteci olarak seyahat etmek çok yaygın. Bizi gördüğüne sevinen kimse kalmadı galakside.”

“Rahatla Karen, düşüncelerin aklını karıştırmasın. Bu kadar gergin olmamalısın.” dedi Klo.

“Haklısınız usta.”dedi Karen. “Ama o insanların bu silahlarla iyi bir şey yapmayacağı kesin. Şu an için böyle gözükmese de binlerce insanın hayatı bizim elimizde olabilir. Bu büyük bir sorumluluk.”

“Biliyorum, ama düşüncelerin bunu değiştirmeyecek değil mi?” dedi Klo.

Karen cevap vermedi. Ustası ne derse desin bu düşünceler içini yiyordu. Olabileceklerin aklına geldikçe tüyleri diken diken oluyordu. Yol boyunca düşüncelerine karşı küçük bir savaş verdi. Zihnini temizlemeliydi yoksa düşüncelerini engellemenin bir yolu olmayacaktı. Ustasının dediği gibi bu düşüncelerden sıyrılmayı başardığında mülteci gemisinin ışık hızına atlamak üzere olduğunu fark etti.

Gemide yüzlerce mülteci vardı. Hepsinin birer hikayesi ve gidecek yerleri vardı. Kendileri de tanınmamak için cüppelerini ve kemerlerini saklamışlardı ve üzerlerine basit yelekler giymişlerdi. Bir tarafta görevli droid yemek servisi yapıyordu. Gerçekten boğucu bir yerdi.

Sonra ana kapının üzerindeki ışık hızına çıktıklarını belirten ışık yandı. Artık Tatooine’e ulaşmalarına çok az kalmıştı.
Bölüm 3

Coruscant'ta yeni bir gün daha başlıyordu. Dev güneşin ışıkları, şehir-gezegeni aydınlatmaya başlamıştı. Her sabah olduğu gibi bu sabah da insanlar acele içindeydiler ve sıkışık trafikte işlerine yetişmeye çalışıyorlardı. Hava trafiği sabah, erken saatlerde inanılmaz bir şekilde artardı. Öyle ki araçlar, gökdelenlerin arasında siyah şeritler haline gelirlerdi.

Güneşin yaydığı sıcaklık, uzaktaki Jedi Tapınağı'nın ortadaki kulesinin tepesine doğru yükselmekte olan küçük asansörün içindeki Karen'in içini ısıttı. Çıktıkları kulenin tepesinde Konsey'in toplantı odası vardı. Sade ve dairesel bir odaydı. Sık sık buraya bir görevden sonra rapor vermeye gelirlerdi.

Karen, doğan güneşi izlemeye dalmıştı. Bir önceki gün neredeyse Hawk-Bat yemi oluyorlardı. Ölüme yaklaşmışlardı. Bu düşünceyi aklından silmeye çalıştı. Usta Qui-Gon Jinn'in kılıç eğitiminde ona söylediği gibi ana odaklanmalıydı. Aynı zamanda da Usta Yoda'nın öğütlediği gibi gelecek hakkında da dikkatli olmalıydı.

Gözleri ufku izleyen Ustası Klo'ya kaydı. Orta yaşlarında, 1.80 boylarında bir Corellia'lıydı. Uzun cüppesinin başlığından sarkan, uzun gri saçları gür kaşları vardı. Yüzünde ince çizgiler oluşmaya başlamıştı. Tüm bu özellikler ona bilge bir ifade kazandırıyordu. Tüm Jedi'larda olduğu gibi uzun kahverengi, deri botlarına kadar uzanan koyu kahverengi bir cüppesi vardı. İçinde de kemerinin tuttuğu, sade, krem rengi tuniği vardı.

Klo, onunla padawanı olmadan önce de ilgileniyordu. Kılıç ve Güç eğitimlerinde sık sık onu izlerdi. Karen bunun nedenini hiç sormamıştı, o kadar da merak etmiyordu. Klo'nun padawanı olduktan sonra onu daha yakından tanıma fırsatı buldu. O zamandan beri birçok şey yaşadılar ve işte şimdi buradaydılar. Bir kez daha konseye rapor vermek üzere bu asansöre binmişlerdi. Asansörün camından yansıyan Ustasının ne düşündüğünü merak etti.


------------------------------


Draen Klo düşüncelere dalmıştı. Orada, Coruscant'ın alt katlarında Hawk-Bat'leri, yeşil kılıcıyla bir bir saf dışı bırakırken, bir an için umutsuzluğa kapılmıştı. Eninde sonunda gardım düşecek ve bu benim sonum olacak, diye düşünmüştü, ama Karen onu kurtarmıştı. Başka biri olsa, büyük bir ihtimalle o yorgun ve kontrolsüz haliyle hiç düşünmeden dövüşe katılır ve ölmelerine neden olurdu. Karen böyle yapmadı. Henüz bir padawanken bile çoğu Jedi'ın öngöremeyeceği bir şeyi fark etti ve bekledi, doğru anı bekledi. Gücünü toplamak için bekledi. İşte bu yüzde ona özellikle ilgi duyuyordu. Bu yüzden onu eğitiminin ilk safhasından beri izliyordu. Ondaki, bu büyük potansiyeli hissetmişti.

Onu eğitimine almak için Yoda'ya başvurmasının başka bir nedeni ise eski padawanı Lara'ya olan inanılmaz benzerliğiydi. Aynı ceviz kabuğu rengi saçlar, aynı ela gözler, mimikleri, hareketleri, adeta Lara'nın bir kopyasıydı. Lara, onun için büyük bir kayıptı. Yıllarca eğitimini üstlenmiş, onu küçük bir kızken alıp, genç bir kız olana kadar yetiştirmişti. Onu kızı gibi sevmeye başlamıştı. Hırslı ve disiplinliydi. Padawanlığını tamamlayıp testlere girmesine çok az kalmıştı. Bir görevde, Rodia'ya kadar süren bir araştırma sonunda, aradıkları suç lordunu nihayet bulmuşlardı. Fakat hiç beklemedikleri bir anda pusuya düşürülmüşlerdi. Lara, hayatını kurtarmak için kendisini feda etmişti.

Bu olay onu derinden etkilemişti. Bir Jedi için bağlılık yasak olsa bile, bunca zamandır kızı gibi gördüğü birinin ölümünden sonra hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Uzun bir süre eski haline geri dönememişti ta ki Karen’i fark edinceye kadar. Karen ona tekrar deneme gücü vermişti. Ona bir Jedi olduğunu hatırlatmıştı. İşte bu yüzden onu eğitmek istemişti.


--------------------------


Kulenin tepesine vardıklarında, asansör yavaşlayarak durdu. Kapı kayarak açıldı. İki Jedi konsey odasına doğru yürüdüler. Kapıya geldiklerinde Klo, her zaman yaptığı gibi Karen’a dönüp onaylayıcı bir şekildi başını salladı. Kapı uğuldayarak açıldı ve geçmelerine izin verdi. Karen ve Klo desenli mermerin üstüde ilerleyerek odanın ortasında durdular. Güneş, odayı çevreleyen camlardan içeriye süzülüyordu. İkisi de eğilerek selam verdiler.

Hilal şeklinde dizilen koltuklarda çeşitli ırklardan Jedi Ustaları oturuyordu. Ortada Usta Yoda, sağında Mace Windu ve solunda Cerea’lı Ki-Adi-Mundi vardı.

“Usta, istediğiniz gibi, silah yüklü geminin pilotu Tan’dan aldığımız ismi bulmaya gittik ve onu sorguladık. Bize Coruscant Liman Güvenliği’nde tanıdıkları olduğunu ve eski bir arkadaşına olan borcunu ödemek için, yüklü bir miktar kredi karşılığında, onlardan bir süre gözlerini kapamalarını istediğini söyledi. Bahsettiği arkadaşının ismini almayı başardık. Tatooine’de bir hurdalık işletiyormuş, sanırım paravan olarak. Adı Zelan Granm.”

“Tedirgin edici bu bilgiler Usta Klo, tedirgin edici.” dedi Yoda.

“Bu bilgilerin doğru olduğuna emin misin? “ diye sordu Mace Windu.

“Evet Usta, eminim. Adam biraz direndi fakat zihni gerçekleri söylemekten kaçamadı. Daha da önemlisi, yanılmıyorsam bu gemideki silahlar aradıklarımızın tümü değil.”

“Daha fazla olduğunu mu düşünüyorsun? “ diye sordu Mace rahatsız olarak. “Adama gemiyle ilgili sorular sorduğumda önce gemi ve silahlar hakkında çoğul konuştu ve sanırım daha sonra hatasını anlayıp tek gemi varmış gibi devam etti.”

“Durum sandığımızdan daha kötü demek. Siz ne düşünüyorsunuz Usta Yoda? “ diye sordu Ki-Adi-Mundi.

Yoda, yüzünü ekşiterek koltukta kıpırdandı. Konseydekiler ağzından çıkacakları bekliyordu. “Yanılmıyorsan eğer, büyük bir tehlike altında Coruscant Usta Klo. Acilen bulunması gerekiyor tüm silahların. Bulmaya git, Tatooine’e öğrendiğin bu yeni ismi. Bizi götürecektir aradığımız cevaplara.”

“Evet, Usta” dedi Klo ve ekledi, “Usta Yoda bir şeyi daha belirtmek istiyorum. Dün, aşağı katlarda bir sorunla karşılaştık. Farkında olmadan tehlikeli bir Hawk-Bat sürüsünün bölgesine girdik, onlar da bize saldırdı. Biz, gerçekten zor bir durumdaydık, fakat padawanım soğukkanlılığını korudu ve büyük bir akıllılıkla oradan çıkmamızı sağladı. O olmasaydı, oradan hiç çıkamayabilirdik.”

Karen’in dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi ama Usta Yoda’yı duyunca hemen ciddileşti.

“Büyük bir ilgiyle takip ediyorum eğitimini Padawan Karen. Büyük bir potansiyelin var. Büyük bir Jedi olacaksın.” dedi Yoda.

Sadece teşekkür etmenin en iyisi olacağını düşündü ve “Teşekkürler Usta.” dedi.

“Hepsi bu kadarsa gidebilirsiniz” dedi Mace Windu. “Güç sizinle olsun.”

Tekrar eğildiler ve asansöre yöneldiler. Asansör bu sefer aşağı doğru inmeye başladı. “Hepsi öğretileriniz sayesinde Usta.” dedi.

“Bu kadar alçakgönüllü olma Karen. Övülmeyi hak ediyorsun. Birçok Jedi düşünmeden kılıcına sarılırdı ama sen düşünerek doğru olanı yaptın. İşte bir Jedi güçlü yapan budur. Bundan asla vazgeçme.” dedi ustası elini Karen’in omzuna koyarak. “Bu akşam eşyalarını topla yarın yola çıkıyoruz.”

“Peki Usta.” dedi Karen ve güneşle arasındaki araçları seyretmeye başladı. Güneş tepeye çıkarken onlar, aşağı indi.

16 Eylül 2008 Salı

Bölüm 2

Uzun zamandır koşuyorlardı. Karen, artık Güç’ün yardımıyla bile yorulmaya, tökezlemeye başlamıştı. O kadar fazla dönüş yapmışlardı ki Karen, daire çizdiklerini düşünmeye başlamıştı. Birbirinin aynı, dar ve pis sokaklar, sonu görünmeyen duvarlar yeni bir sokağa her saptıklarında, onları karşılıyordu. Coruscant’ın zemini bir labirentten farksızdı. Tek fark buranın çıkışının yukarıda, ışığın ve hayatın olduğu yerde olmasıydı.

Kaslarına yeterli oksijenin gitmemesi nedeniyle, her adımı ona acı veriyordu. Tüm bunlar Güç’teki kontrolünün gevşemesine neden oluyordu. Bu kadar yorgun olmasına karşın, ustası pek yorulmuşa benzemiyordu. Tabii ki ustasının Güç’ü kullanma becerisi ondan çok daha fazlaydı ve kuşkusuz onu ayakta tutan şey de buydu.

-----------------------

Draen, Karen’in gücünün son kırıntılarını kullandığını kolaylıkla sezebilmişti. Güç’ten istediği yardım suya atılan taşın yarattığı dalgalar gibi ona ulaşmaktaydı.

“Az kaldı Padawan, biraz daha dayan,” dedi Güç’ü kullanarak.

Daha önce de Coruscant’ın alt bölümlerine inmişti ama sadece çok kısa bir süre için. Bu lanetli yerden çıkmanın tek yolunun buraya geldikleri koyu gri hurdaya benzeyen speedera ulaşmak olduğunu biliyordu -özellikle aracın bir döküntü gibi görünmesini istemişti, bu sayede etraftaki serseriler speederın değersiz olduğunu düşünüp dokunmazlardı-. Bunun için hangi yolu izlemesi gerektiği hakkında hiçbir fikri yoktu; onca dönüş ve sapıştan sonra hatırlaması neredeyse imkânsızdı çünkü. Onu yönlendiren sadece Güç’tü. Tıpkı kendi ustasının söylediği gibi “düşünmüyor, hissediyordu”. Sağa, sonra iki kez sola. Klo da dönüşlerin sayısını kaçırmıştı ama Güç onu asla yarı yolda bırakmazdı. Güç onun müttefikiydi.

----------------------

Karen tam anlamıyla tükenmişti, koşmayı sürdürmek için büyük bir çaba harcamaktaydı ama ustasının hızına yetişemiyordu. Doğru düşünme yetisini kaybetmeye başlamıştı sanki, dikkatini toplamakta zorlanıyordu. Ter içinde kalan cüppesi ve tuniği giderek ağırlaşmaktaydı. Hava, artık önünü ancak görmesine izin verecek kadar aydınlıkta ama Karen bunun gerçekten güneşin batmakta oluşundan mı yoksa yorgunluktan gözlerinin kararmasından mı olduğunu kestiremiyordu. Yıldızları görmeyi umarak başını biraz yukarı kaldırdı. İki yanında uçsuz bucaksız uzanan devasa binalar dizisi gökyüzünü görmesini engelliyordu.

Güç’te yankılanan bir ses yavaşça ona ulaştı: “Speeder sağdaki ilk sokağın sonunda. Devam!” Ustasının sesi biraz da olsa rahatlamasını sağladı ama adımlarını yeniden hızlandıran asıl neden Güç’ün onları yalnız bırakmadığının bilincine varmasıydı. Karanlıkta görmek gibi bir şeydi bu his, birinin sizi hep kolladığını bilmek gibi…

Düşüncelerinden sıyrılıp dikkatini tekrar yola verdi. ustası iyice uzaklaşmıştı. Klo aniden kayarak durdu ve sanki biri ona seslenmiş gibi geri döndü. Karen hiçbir şey anlamayarak kendisine doğru koşmaya başlayan ustasına baktı. Koşarken kılıcını eline almış ama aktive etmemişti. Bir şeyler haykırıyordu ancak Karen onu anlamadı. Sonra kulaklarında yankılanan şu cümle bitkin düşmüş bedenini sarstı:

“Yere yat! Karen yere yat!”

Genç kız bu komuta anında tepki verdi. Kendini yere attığı anda üstünden bir karartının geçtiğini gördü. Onca bitkinliğine ve şaşkınlığına karşın bu şeylerin ne olduğunu hatırlayıvermişti. Bunlar hawk-bat’di.. Bu kadar yakından hiç görmemişti onları. Tapınakta sabah kahvaltısında genellikle hawk-bat yumurtası verirlerdi. Dev kanatlarıyla uçarak hareket eden bir canlıydı. Hatırladığı kadarıyla rahatsız edilmedikçe tehlikeli sayılmazlardı. Genellikle büyük gruplar halinde dolaşırlardı. Sırtları mor ve mavi tonlarında bir renkle kaplıydı. Bölgelerini koruyan hayvanlardı ve şu anda yaptıkları şey de tam olarak onların bölgesine girmekti. Islak zeminde sürünerek kendini bir çöp konteynırının yanına çekerek sırtını duvara yasladı.

Tam o anda ışın kılıcının o bildik açılış vızıltısını duydu ve yeşil bir ışık huzmesi geçti önünden. Kılıç karanlığı yırtarak önüne çıkan hawk-bat’leri tek tek saf dışı bırakmaya başlamıştı. Karen karanlıkla ışığın dansını izlemeye koyuldu. Kılıç, öldürücü ama bir o kadar da kontrollü saldırılarla yolunu açıyordu. Ustası kılıcı bedeninin bir parçası, kolunun uzantısı gibi kullanmaktaydı. Karen orada öylece oturmak yerine ustasına yardım etmesi gerektiğini düşündü ama geçmişteki hatalarından yeterince ders almıştı; şu anda bu kadar bitkin ve gücü zor kontrol eder bir haldeyken dövüşe katılması sadece kendini ve ustasını tehlikeye atması demek olacaktı. Yapabileceği en iyi şeyin, gücünü toparlamak için biraz da olsa dinlenmek olduğunu biliyordu.

Hawk-bat’lerin sayısı bitmek bilmiyor gibiydi. Ustası da kendisi kadar koşmuştu ve şimdi de son derece hızlı ve hırçın bir sürüyle sonu gelmez bir savaşı sürdürmekteydi. Onunda giderek yorulduğunu ve dikkatinin dağılmaya başladığını fark etti. Neyse ki şu an için kontrol halâ ustadaydı. Sadece kılıcını değil, iki saldırı arasında geçen sürede dev kanatlı hayvanları kendinden uzak tutmak için Güç’ü de ustalıkla kullanmaktaydı.

Dövüşün ateşi içinde Klo bir an için arkasını savunmasız bırakmışı. Karen iki hawk-bat’in hızla yaklaştığını gördü. Kendini yeterince topladığını düşünerek Güç’ü çağırdı ve çelik bir yumruk gibi iki hayvanın üstüne gönderdi. Hayvanlar yandan şiddetli bir darbe almışçasına savrulup duvara çarparak yere düştüler.

Karen artık iyice yorulmuş olan ustasına baktı,”Bir şeyler yapmam gerek,” diye düşündü. Dayandığı duvardan doğruldu ve kafasını tamamen boşaltarak bir durum değerlendirmesi yapmaya çalıştı. Hawk-bat belli bir yerden geliyor olmalıydılar. Yüzünü hayvanların bardaktan boşalır gibi geldikleri yöne doğru çevirdi. Göğü gölgeleyen binalardan birinin cephesindeki derin bir çatlaktan çıkıyorlardı. Bu çatlağı hemen kapatması gerekiyordu. Çevresine bakındı. Solunda, deliği kapamaya yetecek büyüklükte bir moloz yığını gördü. Güç’ü daha rahat kanalize edebilmek için elini molozlara doğru uzattı; biraz zorlanarak yığını kaldırdı. Etrafında olanları kafasından silmeye çalışarak kendini bütünüyle yaptığı işe odaklamıştı. Düşüncelerini harekete geçirerek elini çatlağa doğru savurdu. Aynı anda moloz yığını da büyük bir hızla ivmelenerek binaya doğru uçtu ve yolundaki hawk-bat’leri de önüne katarak olanca hızıyla çatlağa çarptı. Göğü tırmalayan binadan bir toz bulutu yükseldi. Karen kılıcın savrulma seslerini halâ duyabiliyordu. Bir süre sonra toz bulutu dağılınca fırlattığı moloz yığınının çatlağı tümüyle kapatmış olduğunu gördü. Bir saniye sonra da ışın kılıcının kapanma sesini duydu ve ustasına doğru döndü.

Yorgunluktan yüzü ter içinde kalan Klo soluk soluğa ellerini dizlerine dayadı ve kesik kesin nefes alarak,”Gerçekten iyi işti padawan, galiba ölümden döndük,”dedi.

Karen alçakgönüllülükle, “Öğretilerin sayesinde Usta,” diye yanıtladı.

Ustası kılıcını beline takarken genç kıza bakmadan konuştu. “Speedera ulaşmak için az bir yolumuz kaldı. Hawk-bat’ler çoktan başka bir yoldan buraya doğu gelmeye başlamışlardır, acele edelim.”

Kalan yolu zorlanmadan geçip binalar ve fonla uyumlu renginden ötürü -Karen ustasının bu iç karartıcı rengi neden seçtiğini şimdi anlamıştı- dikkat çekmeyen speedera ulaştılar. Çok kısa bir süre sonra havalanmış ve yükselmeye başlamışlardı. Batmakta olan güneşin kızıl ışıkları yorgun ve görevini başarmanın huzuruyla dolu yüzlerine vuruyordu.

Klo sessizliği bozdu: “Aşağıda söylemeye vaktim olmadı ama yaptığın şey çok akıllıcaydı. Ayrıca arkamdan gelen hawk-bat’leri çok iyi bir şekilde saf dışı bıraktın. Güç senin içinde bir nabız gibi atıyor; gelecekte çok iyi bir Jedi Şövalyesi olacaksın.”

Karen sesindeki muzip tınlamayı saklamaya gerek duymadan, “Teşekkürler usta,” dedi ve yan gözle ona bakarak ekledi. “Zorlandığınızı görünce uyanıp yardım edeyim dedim.”

Klo da gülümseyerek yanıtladı: “Orada yaptıklarını Konsey’e anlatmayı düşünüyordum ama madem ki bu kadar alçakgönüllüsün, kimseye bir şey söylemem, merak etme.”

Karen tam cevap vermeye hazırlanırken çenesini tutmanın kendisi için çok daha iyi olacağını fark ederek sustu. Ustası aklından geçenleri okumuş gibi, “Ben de öyle düşünmüştüm,” diye gülerek baktı kızın yüzüne.

Ağır ağır Coruscant’ın modern ve canlı katına doğru yükseldiler. Batan güneşin gökdelenlerin arasından, bulutların yaratıcı şekilleriyle birleşerek süzülen ışınları inanılmaz güzellikte bir resim oluşturmaktaydı. Karen içini çekerek arkasına yaslandı ve önünde uzanan güzelliğin tadını çıkartmaya koyuldu.

Speeder trafikteki öteki araçların arasına karışmış, hızla tapınağa doğru ilerliyordu.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Gerçeğin İki Yüzü

Bölüm 1

Günün ilk ışıkları Coruscant'ın dev binalarını aydınlatırken dev gezegen-şehir bir rüya gibi gözüküyordu. Her şey sanki bir dekor gibiydi. Binlerce gemi binalar arasında süzülüyor, gezegen adeta bir vücutmuş gibi hareket ediyordu.

Ne yazık ki bu güzellik sadece Coruscant'ın görünen yüzüydü. Yüzlerce katlı dev binalardan aşağı doğru inildikçe şehrin temellerine ulaşılıyordu. Burası adeta yukarda olup bitenlerin zıttı gibiydi. Aslında gezegenin gerçek tabanının burası olmasına rağmen, binlerce yıl içinde yapılan gökdelenler burayı betondan ve metalden bir bataklığa çevirmişti. Güneşin ışıkları gökdelenler sebebiyle bu kadar derine çok inebiliyordu. Burada günler aynı yerde takılı gibiydi. Gün doğduğunda ışık görüşe el verecek kadar aydınlatıyor, gezegen güneşe arkasını çevirdiğinde zifiri karanlık etrafı bir kara delik gibi yutuyordu.

Sanki şehrin üst ve alt kısmı iki ayrı gezegen gibiydi. Bir kısımda insanlar günlük hayatlarına neşeyle ve sıradanlıkla devam ederken, diğer kısımda hayat bir kabus gibiydi.

--------------------------

Karen hızla koşuyordu. Nefes nefese kalmıştı. Günün hangi bölümünde olduklarını unutmuştu. Kronosuna baktı. Bu iğrenç yerde sadece üç saat geçirmişti, ama bu iç saat ona bir ömür gibi gelmişti. Yer kaygan ve ıslaktı. Çarpık yolda oluşmuş su birikintilerine basınca çıkan su sesi sessizliği bozuyordu. Kalbi, kaslarına yeterli kanı pompalayabilmek için deli gibi atıyordu. Botlarının ve şıpırdayan su sesinden başka bir şey duymuyordu, ama biliyordu. O şeyler arkalarındaydı. Adlarını hatırlayamıyordu-hatırlamak istemiyordu. Koştu.

Önündeki ani sapağı son anda görünce, adımının yönünü aniden değiştirdi, ama kaygan zeminde kayarak duvara çarptı. Bir an için gözleri karardı. Aklından yaşadıkları geçti, yaşamayı istediği şeyler. Bütün bu düşünceleri aslında bir kalp atışı sürede gerçekleşiyordu. Görüşü tekrar düzeldi. Önündeki su birikintisine baktı. Sağ kulağından sarkan örgüsü yüzünün yanındaydı. Yüzü ter ve kir içindeydi. Sonra dudağından düşen bir kan damlası suyu dalgalandırdı.

"Karen, iyi misin?"

Kulağına gelen bu sesi tanıyordu. Kafasını yavaşça kaldırdı. Ona doğru koşarak geliyordu. Sesin sahibi Ustası Jedi Şövalyesi Draen Klo'ya aitti. Kayarak yanında durdu. Derin derin nefes alıyordu.

"Karen bir şeyin yok ya? Hadi evlat, biraz daha dayan. Hadi kalk." Karen kalkmaya çalışırken, ustası da sık sık arkalarına bakıyordu. "Hadi, işte böyle. Sakin ol. Öğrendiklerini hatırla. Güç'e güven."

Karen zorlanarak ayağa kalktı. Kılıcının beline asılı olduğunu gördü ve rahatladı. Kılıcı her şeyiydi. Ustası ona böyle öğretmişti. Kaybetmesi çok kötü olurdu-özellikle böyle bir durumda. Üzerini silkeleyip koşmaya devam etti. Ustasının hemen arkasındaydı. Çok yorulmuştu. Daha önce yaptığı meditasyonları düşündü, güç koruma tekniklerini. Daha önceleri bunu rahat bir ortamda deniyordu. Şimdi ise koşuyordu. Yine de odaklandı ve rahatladı, Güç'e erişti ve onu hisseti bu sanki yeniden yaratılmak gibiydi. Artık yorgunluğu fark edilir derecede azalmıştı.

Aniden Güç onu uyardı. Tehlike yaklaşıyordu...