3 Kasım 2008 Pazartesi

Bölüm 10

İki cüppeli silüet, tipik Tatooine mimarisini yansıtan tek katlı binaya girdi. Yapı güçlü çöl rüzgarlarının taşıdığı kumların altına gömülmüş gibi duruyordu.
Girdikleri odada birkaç hurda metal parçası bir köşeye yığılmıştı. Zemin, rüzgarın kapının altından üflediği ince bir kum tabakasıyla kaplıydı. Üstü kağıtlarla kaplı ahşap bir tezgahın arkasındaki iskemlede oturan bir Weequey başını duvara dayamış, uyuyordu.
Klo, hurdacılardaki o bildik sıcak metal kokusunu almak için havayı kokladı; ne yanmış yağ kokusu, ne kaynak makinesiyle kesilen metalden yükselen o keskin koku… hiçbir şey yoktu. Etraf da hurdacılarda hiç görülmedik biçimde derli toplu ve temizdi. “Doğru iz üzerindeyiz,” diye düşündü.

Gözlerini kırpıştırarak iskemlesinde doğrulan Weequey, etekleri yerleri süpüren iki kahverengi cüppeliye dikti gözlerini. Jedi’ların neden geldiklerini tahmin edebiliyordu. Yumuşak,hafifçe yaltaklanan bir sesle, “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu. Konuşurken iskemlesinden kalkmıştı.

“Zelan Granm’i arıyoruz.”

“Granm’den ne istiyorsunuz?” Weequey meraklanmıştı.

Klo onun sorusuna aldırmadan “Nerede olduğunu biliyor musun?” diye ısrar etti.

Tezgahın arkasından çıkan Weequey’in ustasına yaklaştığını gören Karen’ın eli kılıcına gitmişti ama tehlike olmadığını hissedince gerilmiş bedeni gevşedi.

Weequey alçak fakat tehditkar bir sesle, “O Banta pisliğinin yerini bilseydim emin ol onunla önce ben konuşurdum!” Klo’nun kaşlarını kaldırarak sorar gibi baktığını görünce “Bana kazık attı,” diye açıkladı. “Barda yanıma gelip içki ısmarladı. Öyle karlı işlerden söz ediyordu ki, biraz da içkinin etkisiyle belki, fazla sorgulamadan teklifini kabul ettim. Meğerse benim iş yerimi kaçak silahları satmak için kullanmak niyetindeymiş. Üstelik niyetini gerçekleştirmiş de. Hem de burnumun dibinde! İşin farkına vardığımda o çoktan çekip gitmişti.”

“Ve şimdi nerede olduğunu bilmiyorsun.”

“Dedim ya, bilseydim şimdi burada olmazdım.” Sararmış dişlerini göstererek sırıttı. “Kazıklanan yalnız ben değilim galiba.”

Klo,”İşbirliğin için teşekkürler,”diye başıyla kısaca selamlayıp kapıya doğru yürüdü.

Jedi’ların arkasından “Benim için zevkti,” diye mırıldandı Weequey.

Karen bütün konuşma sırasında ağzını açmadan bu garip yaratığı izlemişti. Adamın yalan söylediğini anlamak için Güç’ü kullanmaya bile gerek yoktu.

Dışarı çıktıklarında Klo,”Vericiyi yerleştirebildin mi?” diye sordu.

“Siz konuşturarak onu oyalarken tezgahın altına tutturdum.”

Sözünü ettikleri aygıt bir fındık büyüklüğündeydi ve comlink ya da başka bir iletişim aracı yakınında çalıştığında faaliyete geçiyor, gelen sinyalleri izleyerek arayanın bulunduğu yerin koordinatlarını vericiye yerleştirene iletiyordu. Biraz ilerideki binaların gölgesine sığındıklarında Klo, kemerinden küçük bir alıcı çıkarıp açtı ve vericinin yollayacağı koordinatları görmek için dikkatle baktı. Ekranda rakamların belirmesi uzun sürmedi. “Tam düşündüğüm gibi. Hemen aradı ortağını.”

Karen ustasının omzunun üstünden ekrana baktı. “Anchorhead uzay limanı.”

-------------------

Anchorhead uzay limanı, dibine yakın bir yerden kesilmiş büyük bir koniyi andırıyordu. Yukarıdan bakıldığında, eşit geometrik bölümlere ayrılmış iniş pistleri ve sürekli hareket halindeki personeliyle bir karınca yuvası gibiydi. Pistleri ayıran duvarlar yayaların yürümesi için açılmış tünellerin üzerine inşa edilmişti ve her duvarın üzerinde ayrıca yaya yolu vardı. Büyük kontrol kulesi geniş merdivenli girişin hemen üstünde yükselmekteydi. Binanın yer yer dökülmüş beyaz kaplaması, limanın zorlu koşullara ve bakımsızlığa rağmen ayakta kalabildiğini gösteriyordu.

Klo ve Karen merdivenleri çıkarken Usta elindeki alıcının ekranında halkalar halinde titreşerek yanıp sönen ışığa bakarak,”Alıcının yardımı buraya kadar,” dedi. Karen’a dönüp,”Evet, şimdi ne tarafa?” diye sordu.

Karen ustasının sorunun yanıtını kolayca bulabileceğini bilerek gülümsedi. Uzayın dört bir yanından gelen canlılarla dolu liman gökte parlayan iki güneşin sıcağında alev alev yanıyordu sanki. Genç kız, kendisine dakikalar gibi uzun gelen odaklanması sırasında, sanki birisi kulağına fısıldamış gibi, Granm’in bulunduğu pistin numarasının kafasının içinde şekillendiğini hissetti. “O312” diye mırıldandı.

Ustası “aferin” der gibi baktı kıza. Eliyle işaret ederek, “Seni izliyorum,” dedi.

Karen dönüşleri kaçırmamaya çalışarak kalabalık arasında ilerledi. Her türden uzaylıyla kaynayan dar koridorlarda sesler uğultu halinde yükseliyordu. Kimi Klo ve Karen gibi dikkat çekmemeye çalışıyordu; çoğunluk ise tehditkar zırhlarla donanmış, ellerinde egzotik silahlarla, kendilerine dikkat edilmesini ister gibi kasılarak yürümekteydi. Kız az ilerideki dönüşü işaret ederek, “Buradan,” dedi. Kısa bir koridorun sonundaki duraçelik kapının önünde durdular.

Klo, üstünde siyah renkte 0312 yazan kapıya yaklaşıp bir saniye kadar gözlerini kapadı. “Evet. İçerde silahlı birçok kişi var.” Kahverengi cüppesini çıkarıp yere bıraktı, kılıcını çekti. Elinin bir hareketiyle kabzanın ucundan yeşil bir ışın fışkırdı. Kılıcı dümdüz uzatarak kapıya sapladı. Duraçelik iç gıcıklayan bir sürtünme sesiyle, silahın girdiği yerde akkor haline gelerek erimeye başladı. “Kapı düşerken arkamda kal; bizi bekliyor olacaklar. İşaret verince sağdan ilerle. Ben ortadakileri ve soldakileri hallederim. Dikkatli ol ve unutma: Granm’i canlı istiyoruz.”

Kılıç görevini yarılarken Karen da cüppesini yere bırakıp kendi kılıcını çekti.


-----------------------

“Çabuk olun, zamanımız kalmadı. Sizi bantha sürüsü, taşıyın şunları yoksa sizi burada bırakırım.”

Adamlardan biri, “Değerli silahların olmasa tuvalete bile gidemezsin,” diye söylendi dişlerinin arasından. Karşısındaki ona baktı ama bir şey söylemeden işine devam etti.

Zelan Granm, eski bir Corellian kargo gemisinin iniş rampasında durmuş, adamlarını hızlı olmaları için zorluyordu.

İki adam-bir Twilek ve bir Rodian- pisti çevreleyen sütunlardan ikisine sırtlarını dayamış kapıyı gözetliyorlardı. Kalan dört kişi ise ikişerli gruplarla son konteynırları da gemiye taşıyordu.

Kapıyı gözetleyenler, Granm’ın bağırışlarına pek aldırmadan sohbet ediyorlardı.

“… ve Sabacc diye bağırdım. Sana söylüyorum çölün ortasında bir Nubian bulmuş bir Jawa kadar şanslıydım.” Twilek heyecanla anlatıyordu.

Rodian pek etkilenmemiş gibi “Şans insana yardım etmez. Blöf… Bu oyunun sırrı blöf yapmak. Ayrıca-“

Sözü kapıdan gelen bir ses tarafından bölündü. İkisi de yerlerinden doğrulup kapıdan fırlayan yeşil ışına bakakaldılar. Işın yavaşça sola doğru ilerlemeye başladı. Duraçeliği adeta bir kağıt gibi kesiyordu.

İki uzaylı silahlarını kapıya doğrultarak geri çekilmeye başladı.

“Uhm, Zelan, bir sorunumuz var.”

Kapıdan yükselen koku burnuna gelen Zelan hemen o tarafa döndü. Duraçeliği yaran ışını görünce şaşkınlıkla söylendi:

“Jedi!?”

Konteynırları taşıyanlar yüklerini bırakmış, iki nöbetçi gibi korku içinde gemiye doğru gerilemeye başlamışlardı.

Şaşkınlıktan kurtulan Zelan adamlarına, “Ne yaptığınızı sanıyorsunuz!” diye bağırdı. “Hemen siper alın!”

Korkan adamlardan biri,”Dalga mı geçiyorsun? Jedi’a karşı hiç şansımız yok!” diye yanıtladı.

Zelan kimin konuştuğunu görmemişti ama haklı olduğunu biliyordu. Kalan silahları bıraksalar bile, bu eski geminin onca ağırlıkla havalanması zaman alacaktı. Hızla rampadan aşağı, geri çekilen adamlarına doğru koştu. Onları tek tek konteynırların arkasına iterken, “ Gemi kalkana kadar… lanet silahlarınızı ateşlemezseniz… Jedi’dan önce… sizinle ben ilgileneceğim!” diye haykırıyordu. O bağırırken kılıç da kapıdaki işini bitirmişti. Zelan dönüp rampadan yukarı koştu. Gemiye dalıp köprüye girdi ve hemen motorları çalıştırdı. Yaşlı motorlar uğultuyla çalışırken kargo bölümüne geçti; uzun, büyük bir çantanın içindeki tüfeği çıkardı. DLT-20A, BlasTech Endüstri’nin az sayıda ürettiği uzun menzilli bir silahtı. Üstünde bir uzaklık ayarlayıcı ve elektronik görüş ekranı bulunuyordu. Farklı tip ve türde cephaneler kullanılmasına elverişli, çok etkili bir silahtı bu.

Zelan tüfeğe patlayıcı mermi dolu bir şarjör sürdükten sonra koşarak rampaya geri döndü, tek dizinin üstüne çöktü ve kapıya nişan aldı.

Kapıyı kesen yeşil ışın birden kayboldu. Kesilen parça yoğun bir toz bulutu kaldırarak, tok bir sesle kumlu zemine devrildi. Hemen ardından da, yerden bir metre kadar yukarda, mavi ve yeşil iki ışın huzmesi belirdi. Sonra iki Jedi koşarak toz bulutunun içinden çıktı.

Konteynırları siper alan altı korsan aynı anda ateş etmeye başladı. Lazer tabancalarından çıkan ışınlar Jedi’ların yanından geçiyor, yerden sekiyor, hiçbiri onlara isabet etmiyor gibiydi. Klo ve Karen üstlerine gelen ışınları, kılıçlarını hızlı bilek hareketleriyle çevirerek çeliyor ve kendilerinden uzağa yansıtıyorlardı.

Klo duruma kısaca bir göz atıp sağa doğru gitmesi için Karen’e işaret etti. Karen hızla sağa kayarken o da sola doğru birkaç adım atmıştı ki, az önce durdukları yerde bir patlama oldu. Genç kız daha uzakta olduğu için fazla etkilenmemişti; Klo üstüne gelen şok dalgasını hafifletmek için Güç’ü kullandı ve kontrollü bir biçimde düştü yere. Hemen takla atarak pisti çevreleyen büyük sütunlardan birinin arkasına sığındı.


Işınlar etrafına çarpıyor, toprağı havalandırıyordu. Ani bir hisle hemen kolonun arkasından çıktı. Sola koşarak, hızla üzerine gelen ışınları yansıtırken, iki saniye önce arkasında durduğu kolon bir patlamayla parçalara ayrıldı.

İki Jedi’ın etraflarını sardığını gören korsanlar telaşa kapılıp yerlerini terk etmeye başladılar.

Karen sağa-sola dalarak, kılıcıyla yansıtarak üzerine gelen ışınlardan sakınırken bir yandan da hedefine yaklaşıyordu. Önündeki iki uzaylı geri çekilmeyi bırakmış, dönüp gemiye doğru koşmaya başlamışlardı. Son bir sıçrayışla havada bir takla atıp adamların önüne düşerek yollarını kesti. Biri refleksle silahının tetiğine asıldı. Karen, neredeyse kendisine isabet edecek ışını son anda kılıcıyla çeldi ve ateş edenin tüfeğini yukarıdan aşağı çapraz bir darbeyle ikiye ayırıverdi. Kılıcını savururken aldığı hızla tam bir dönüş yaparken ters bir tekmeyle adamı yere serdi.

İki uzaylıdan Rodian olanı yanlış kişiyi vurmak korkusuyla ateş edememiş, birkaç saniye içinde biten bu yakın dövüşü seyrediyordu. Arkadaşının yere düştüğünü görünce silahını doğrulttu ama silah parmaklarının arasından uçup Jedi’ın ayaklarının dibine düşüverdi. Karen Güç’ü kullanmaya devam ederek Rodian’ı az önce arkasına saklandığı konteynıra doğru fırlattı.

Bu sırada Klo, patlayıcı mermilerden ve lazer ışınlarından zor da olsa sakınarak öteki dört adamın önünü kesmişti. Tüfeğin şarjöründeki bütün mermileri tüketen Zelan bir küfür savurarak silahı yere fırlattı ve dönüp rampadan yukarı koşmaya başladı. Az sonra geminin içinde gözden kaybolmuştu bile.

Klo dört korsanın ortasına daldı. Avucu ileri dönük, sağ kolunu sertçe öne doğru uzatınca iki adam havalanarak hızla pisti çevreleyen duvara çarptı ve baygın halde yere düştü. Adamlar daha havada uçarken Klo çömelmiş, yere dayadığı ellerine abanarak sağ bacağını hızla geriye savururken yarım bir dönüş yaparak arkasındaki iki korsandan birini çelmeyle yere yıkmıştı. Tanık olduğu hız ve ustalık karşısında donup kalan öbür korsanı da bir tekmeyle arkadaşının yanına deviren Klo elini adamların üstüne doğru çevirdi ve avucundan yayılan Güç dalgasıyla ikisini de bayılttı.

Tüm bu kargaşa birkaç dakika içinde bitişti. Kum kaplı zeminden yükselen tozlar yatışırken, usta ve padawan hızlı hızlı soluyarak birbirlerine baktılar. İkisinin de yüzü ter içindeydi. Dönüp gemiye doğru yürüdüler. Işın kılıçları, herhangi bir tehlikeye karşı açık, tetikte adımlarla ilerliyorlardı.

Gemiye yaklaşırken uzun boylu, kaslı, iri yarı, siyah bir adamın rampanın başında durduğunu gördüler. Saçları kazınmış kafası yukarıdan vuran gün ışığında parlıyordu. Kolsuz, kahverengi bir zırh ve botlarına kadar inen siyah, uzun bir ceket giymişti. Rampanın ortasına doğru ilerlerken uzun ceket dalgalandı ve kemerine takılı bir şey bir an için gün ışığında parladı. Karen parıltıyı fark edip gözlerini kısarak baktı fakat ne olduğunu göremedi.

“Karşılamamı mazur görün. Geleceğinizi bilseydim çok daha iyi hazırlanırdım.” dedi yüksek sesle adam.

“Zelan Granm, Galaktik Senato adına seni tutukluyorum. Bizimle Coruscant’a gelip sorgulanacaksın.” Klo’nun sesi çok resmi ve çok sakindi.

Zelan yüksek sesle güldü. Kahkahası biterken ellerini kaldırıp,”Pekala, teslim oluyorum,” dedi. Ağır ağır rampadan aşağı doğru yürümeye başladı.
Kılıçları halâ havada olan Klo ve Karen temkinli bir şekilde onu izliyorlardı.
Siyah adam rampanın sonuna gelince durdu, hızla kollarını iki yana açtı. Jedi’ların şaşkın bakışları altında uzun ceket üstünden sıyrılıp pistin öbür ucuna uçtu. Karen bunun nasıl olduğunu anlamaya çalışırken Zelan’ın belindeki parlak aletin ışıltısı gene gözünü kamaştırdı. Bu sefer cisim apaçık görünüyordu. Hayretle içini çekti. Bu bir ışın kılıcıydı!...

Hiç yorum yok: