16 Eylül 2008 Salı

Bölüm 2

Uzun zamandır koşuyorlardı. Karen, artık Güç’ün yardımıyla bile yorulmaya, tökezlemeye başlamıştı. O kadar fazla dönüş yapmışlardı ki Karen, daire çizdiklerini düşünmeye başlamıştı. Birbirinin aynı, dar ve pis sokaklar, sonu görünmeyen duvarlar yeni bir sokağa her saptıklarında, onları karşılıyordu. Coruscant’ın zemini bir labirentten farksızdı. Tek fark buranın çıkışının yukarıda, ışığın ve hayatın olduğu yerde olmasıydı.

Kaslarına yeterli oksijenin gitmemesi nedeniyle, her adımı ona acı veriyordu. Tüm bunlar Güç’teki kontrolünün gevşemesine neden oluyordu. Bu kadar yorgun olmasına karşın, ustası pek yorulmuşa benzemiyordu. Tabii ki ustasının Güç’ü kullanma becerisi ondan çok daha fazlaydı ve kuşkusuz onu ayakta tutan şey de buydu.

-----------------------

Draen, Karen’in gücünün son kırıntılarını kullandığını kolaylıkla sezebilmişti. Güç’ten istediği yardım suya atılan taşın yarattığı dalgalar gibi ona ulaşmaktaydı.

“Az kaldı Padawan, biraz daha dayan,” dedi Güç’ü kullanarak.

Daha önce de Coruscant’ın alt bölümlerine inmişti ama sadece çok kısa bir süre için. Bu lanetli yerden çıkmanın tek yolunun buraya geldikleri koyu gri hurdaya benzeyen speedera ulaşmak olduğunu biliyordu -özellikle aracın bir döküntü gibi görünmesini istemişti, bu sayede etraftaki serseriler speederın değersiz olduğunu düşünüp dokunmazlardı-. Bunun için hangi yolu izlemesi gerektiği hakkında hiçbir fikri yoktu; onca dönüş ve sapıştan sonra hatırlaması neredeyse imkânsızdı çünkü. Onu yönlendiren sadece Güç’tü. Tıpkı kendi ustasının söylediği gibi “düşünmüyor, hissediyordu”. Sağa, sonra iki kez sola. Klo da dönüşlerin sayısını kaçırmıştı ama Güç onu asla yarı yolda bırakmazdı. Güç onun müttefikiydi.

----------------------

Karen tam anlamıyla tükenmişti, koşmayı sürdürmek için büyük bir çaba harcamaktaydı ama ustasının hızına yetişemiyordu. Doğru düşünme yetisini kaybetmeye başlamıştı sanki, dikkatini toplamakta zorlanıyordu. Ter içinde kalan cüppesi ve tuniği giderek ağırlaşmaktaydı. Hava, artık önünü ancak görmesine izin verecek kadar aydınlıkta ama Karen bunun gerçekten güneşin batmakta oluşundan mı yoksa yorgunluktan gözlerinin kararmasından mı olduğunu kestiremiyordu. Yıldızları görmeyi umarak başını biraz yukarı kaldırdı. İki yanında uçsuz bucaksız uzanan devasa binalar dizisi gökyüzünü görmesini engelliyordu.

Güç’te yankılanan bir ses yavaşça ona ulaştı: “Speeder sağdaki ilk sokağın sonunda. Devam!” Ustasının sesi biraz da olsa rahatlamasını sağladı ama adımlarını yeniden hızlandıran asıl neden Güç’ün onları yalnız bırakmadığının bilincine varmasıydı. Karanlıkta görmek gibi bir şeydi bu his, birinin sizi hep kolladığını bilmek gibi…

Düşüncelerinden sıyrılıp dikkatini tekrar yola verdi. ustası iyice uzaklaşmıştı. Klo aniden kayarak durdu ve sanki biri ona seslenmiş gibi geri döndü. Karen hiçbir şey anlamayarak kendisine doğru koşmaya başlayan ustasına baktı. Koşarken kılıcını eline almış ama aktive etmemişti. Bir şeyler haykırıyordu ancak Karen onu anlamadı. Sonra kulaklarında yankılanan şu cümle bitkin düşmüş bedenini sarstı:

“Yere yat! Karen yere yat!”

Genç kız bu komuta anında tepki verdi. Kendini yere attığı anda üstünden bir karartının geçtiğini gördü. Onca bitkinliğine ve şaşkınlığına karşın bu şeylerin ne olduğunu hatırlayıvermişti. Bunlar hawk-bat’di.. Bu kadar yakından hiç görmemişti onları. Tapınakta sabah kahvaltısında genellikle hawk-bat yumurtası verirlerdi. Dev kanatlarıyla uçarak hareket eden bir canlıydı. Hatırladığı kadarıyla rahatsız edilmedikçe tehlikeli sayılmazlardı. Genellikle büyük gruplar halinde dolaşırlardı. Sırtları mor ve mavi tonlarında bir renkle kaplıydı. Bölgelerini koruyan hayvanlardı ve şu anda yaptıkları şey de tam olarak onların bölgesine girmekti. Islak zeminde sürünerek kendini bir çöp konteynırının yanına çekerek sırtını duvara yasladı.

Tam o anda ışın kılıcının o bildik açılış vızıltısını duydu ve yeşil bir ışık huzmesi geçti önünden. Kılıç karanlığı yırtarak önüne çıkan hawk-bat’leri tek tek saf dışı bırakmaya başlamıştı. Karen karanlıkla ışığın dansını izlemeye koyuldu. Kılıç, öldürücü ama bir o kadar da kontrollü saldırılarla yolunu açıyordu. Ustası kılıcı bedeninin bir parçası, kolunun uzantısı gibi kullanmaktaydı. Karen orada öylece oturmak yerine ustasına yardım etmesi gerektiğini düşündü ama geçmişteki hatalarından yeterince ders almıştı; şu anda bu kadar bitkin ve gücü zor kontrol eder bir haldeyken dövüşe katılması sadece kendini ve ustasını tehlikeye atması demek olacaktı. Yapabileceği en iyi şeyin, gücünü toparlamak için biraz da olsa dinlenmek olduğunu biliyordu.

Hawk-bat’lerin sayısı bitmek bilmiyor gibiydi. Ustası da kendisi kadar koşmuştu ve şimdi de son derece hızlı ve hırçın bir sürüyle sonu gelmez bir savaşı sürdürmekteydi. Onunda giderek yorulduğunu ve dikkatinin dağılmaya başladığını fark etti. Neyse ki şu an için kontrol halâ ustadaydı. Sadece kılıcını değil, iki saldırı arasında geçen sürede dev kanatlı hayvanları kendinden uzak tutmak için Güç’ü de ustalıkla kullanmaktaydı.

Dövüşün ateşi içinde Klo bir an için arkasını savunmasız bırakmışı. Karen iki hawk-bat’in hızla yaklaştığını gördü. Kendini yeterince topladığını düşünerek Güç’ü çağırdı ve çelik bir yumruk gibi iki hayvanın üstüne gönderdi. Hayvanlar yandan şiddetli bir darbe almışçasına savrulup duvara çarparak yere düştüler.

Karen artık iyice yorulmuş olan ustasına baktı,”Bir şeyler yapmam gerek,” diye düşündü. Dayandığı duvardan doğruldu ve kafasını tamamen boşaltarak bir durum değerlendirmesi yapmaya çalıştı. Hawk-bat belli bir yerden geliyor olmalıydılar. Yüzünü hayvanların bardaktan boşalır gibi geldikleri yöne doğru çevirdi. Göğü gölgeleyen binalardan birinin cephesindeki derin bir çatlaktan çıkıyorlardı. Bu çatlağı hemen kapatması gerekiyordu. Çevresine bakındı. Solunda, deliği kapamaya yetecek büyüklükte bir moloz yığını gördü. Güç’ü daha rahat kanalize edebilmek için elini molozlara doğru uzattı; biraz zorlanarak yığını kaldırdı. Etrafında olanları kafasından silmeye çalışarak kendini bütünüyle yaptığı işe odaklamıştı. Düşüncelerini harekete geçirerek elini çatlağa doğru savurdu. Aynı anda moloz yığını da büyük bir hızla ivmelenerek binaya doğru uçtu ve yolundaki hawk-bat’leri de önüne katarak olanca hızıyla çatlağa çarptı. Göğü tırmalayan binadan bir toz bulutu yükseldi. Karen kılıcın savrulma seslerini halâ duyabiliyordu. Bir süre sonra toz bulutu dağılınca fırlattığı moloz yığınının çatlağı tümüyle kapatmış olduğunu gördü. Bir saniye sonra da ışın kılıcının kapanma sesini duydu ve ustasına doğru döndü.

Yorgunluktan yüzü ter içinde kalan Klo soluk soluğa ellerini dizlerine dayadı ve kesik kesin nefes alarak,”Gerçekten iyi işti padawan, galiba ölümden döndük,”dedi.

Karen alçakgönüllülükle, “Öğretilerin sayesinde Usta,” diye yanıtladı.

Ustası kılıcını beline takarken genç kıza bakmadan konuştu. “Speedera ulaşmak için az bir yolumuz kaldı. Hawk-bat’ler çoktan başka bir yoldan buraya doğu gelmeye başlamışlardır, acele edelim.”

Kalan yolu zorlanmadan geçip binalar ve fonla uyumlu renginden ötürü -Karen ustasının bu iç karartıcı rengi neden seçtiğini şimdi anlamıştı- dikkat çekmeyen speedera ulaştılar. Çok kısa bir süre sonra havalanmış ve yükselmeye başlamışlardı. Batmakta olan güneşin kızıl ışıkları yorgun ve görevini başarmanın huzuruyla dolu yüzlerine vuruyordu.

Klo sessizliği bozdu: “Aşağıda söylemeye vaktim olmadı ama yaptığın şey çok akıllıcaydı. Ayrıca arkamdan gelen hawk-bat’leri çok iyi bir şekilde saf dışı bıraktın. Güç senin içinde bir nabız gibi atıyor; gelecekte çok iyi bir Jedi Şövalyesi olacaksın.”

Karen sesindeki muzip tınlamayı saklamaya gerek duymadan, “Teşekkürler usta,” dedi ve yan gözle ona bakarak ekledi. “Zorlandığınızı görünce uyanıp yardım edeyim dedim.”

Klo da gülümseyerek yanıtladı: “Orada yaptıklarını Konsey’e anlatmayı düşünüyordum ama madem ki bu kadar alçakgönüllüsün, kimseye bir şey söylemem, merak etme.”

Karen tam cevap vermeye hazırlanırken çenesini tutmanın kendisi için çok daha iyi olacağını fark ederek sustu. Ustası aklından geçenleri okumuş gibi, “Ben de öyle düşünmüştüm,” diye gülerek baktı kızın yüzüne.

Ağır ağır Coruscant’ın modern ve canlı katına doğru yükseldiler. Batan güneşin gökdelenlerin arasından, bulutların yaratıcı şekilleriyle birleşerek süzülen ışınları inanılmaz güzellikte bir resim oluşturmaktaydı. Karen içini çekerek arkasına yaslandı ve önünde uzanan güzelliğin tadını çıkartmaya koyuldu.

Speeder trafikteki öteki araçların arasına karışmış, hızla tapınağa doğru ilerliyordu.

Hiç yorum yok: